Kitap Adı: Düşüş
Yazar: Albert Camus
Sayfa Sayısı: 102
Basım Yılı: 2015
Yayınevi: Can
Özeti;
XX. yüzyıl düşünce ve edebiyat dünyasının kuşkusuz en etkili adlarından biri olan Albert Camus, gerek Başkaldıran İnsan ve Sisifos Söyleni gibi felsefe kitaplarında, gerek Yabancı, Veba, Sürgün ve Krallık gibi edebi yapıtlarında, insanın çağdaş dünya karşısında duruşunu sorgular. Ölümüne yakın, 1956'da yayımlandığı Düşüş, modern insanın, kendi bencillik ve çaresizliklerini adım adım görmek zorunda kalışının romanıdır.
Parisli saygın bir avukat, soylu davaların savunucusu ve çapkın bir erkek olan Jean-Baptiste Clamence, Amsterdam'da köhne köhne bir barda geçmişini anımsar. Kendisiyle yüzleşirken geçmişteki kesinlikler belirsizliklere, başarılar başarızlıklara dönüşür. Clamence'ın itiraflarında, elini taşın altına koymadan yaşayanların, pek çoğumuzun öyküsü vardır. Onun "düşüş"ü hepimize ulaşır. Camus'nün, burjuva ahlak anlayışını zekice alaya aldığı Düşüş, başarılı tekniğiyle de öne çıkan bir roman.
*****
Kitabı okuyan kişi kitapta aslında sahip olduğu, hasır altı yaptığı gerçek benliği ile tanışır; "Enine boyuna suçlarım kendimi, beni ilgilendiren şeylerle başkalarını ilgilendiren şeyleri karıştırırım.Ortak özellikleri, deneyimleri, zaafları, kibar tavrı bende hüküm süren haliyle "günün adamını" örnek alırım. Böylelikle herkesin olan ve hiç kimsenin olmayan bir adam çizerim. Kısacası karnaval maskeleriyle portre bittiği zaman bu akşamki gibi üzgün göstermeyeceğim. Ben buyum ve size sunacağım bu portre size ayna olacak." Herkese ve hiç kimseye ait olmayan portre.
*****
Albert CAMUS’ a,
Düşüş kitabınıza başladığım andan itibaren
öncelikle kendimi bir iç sorguya çektim. J.B Clamence gerçekten çok farklı bir
karakter olmuş. Bir avukat gerçekten bu kadar mı kendi çıkarına yönelik hazlar
alabilir. Sizinle beraber olaylara ne kadar çelişkili bakılabileceğini gördüm.
Ya da düşündüğümden ne kadar farklı bir algınız olduğunu. Birilerini kendinize
muhtaç görmeniz ve bunu sadece tatmin duygusu yaratmak için istemek büyük bir
bencilliğin göstergesi bence.
Bu muhtaç etme durumunu kendinize bir oyun
edinmeniz hayatınızda nasıl acımasızlıklar yaptığınızı getiriyor aklıma.
Kendinizi üstün nitelikte görmeniz ve o insanları bir patron havasında yermeniz
benim alçak gönüllük algımın ne kadar sizden farklı olduğunu gösteriyor. Bir
hazzı bile insanlara verebilmek sizin elinizde olsun istiyorsunuz. Belki de bu
sizi lider olma hevesine itiyordur. Çünkü kölelerin var olması sizi üstün
tutuyor ve bir şeyleri garantilemişsiniz algısı oluşuyor. Onları bir temiz hava
gibi gerekli görüp böyle düşünmeniz aslında olmasalar siz değerli
yapamayacaksınız kendinizi bir şekilde bu nedenle istiyor olabilirsiniz.
Kölelerinizin (hizmetçi) kederli olmasını kendi çıkarınıza uygun bulmayıp
huzurunuz kaçtığı için yanlış buluyorsunuz. Eğer sizin etkileneceğiniz bir
durum yoksa ortada insanların sıkıntısını pekte önemsemiyorsunuz açıkçası.
Avukatlık
görevinizi yaparken işiniz gereği size bir suçlunun ulaşması sizi mutlu
edebiliyor, çünkü kendinizi tehdit altında hissetmeyip tam dersi bir gövde
gösterisi olarak görüyorsunuz. Kendinizi düşündüğünüzden daha farklı bir adam
olduğunuzu bildiğiniz halde gerçekleri öne sürmekte biraz cesur değilsiniz.
İnsanlar sizinle ilgili zayıf, pasif güçsüz düşünmesin diye güç gösterinizi
arttırabiliyorsunuz. Hem suçlu olduğunuzu bilip hem de bu algıyı değiştirmek
işinize gelmiyor. Güç gösterisi demişken bu süreci denginizdeki insanlara pek
fazla uygulayamıyorsunuz sadece kendinizden aşağı da gördüğünüz insanlar için
uyguluyorsunuz; örneğin bir mahkemeden
çıkarken kör biz insanın yüzüne tükürmek. Sizde acayip bir algı yaratabiliyor,
çünkü mutluluğunuzu arttırıyor. Sizin yardım anlayışınız ‘en küçük’ olanı ezmek
ve onun sırtından kendi doğru sandığınız algınızı desteklemektir. Kendinizi
esir kampında papa olarak görmek diğer insanlara sizsiz hiçbir şeyi halledemez,
size muhtaç olarak algılatıyorsunuz.
Kendiniz
avukat olduğunuz halde insanları kendi düşüncenize göre değerlendiriyorsunuz.
‘acının en büyüğü yasasız yargılanmak’ sözünüzle bir algı çelişkisi var siz tam
tersi bir durumu aktarıp çok başka bir şeyle yorumluyorsunuz konuyu. Günümüzde birçok
insanın böyle yönlerini görebiliyoruz çıkara göre bir yol belirlediklerini, bu
doğrultuda başka insanların düşüncelerinin önemli olmadığını ve dünyayı kendi
etrafında dönüyor sananları. Belki sizde bu avukat karakterini bunları
düşünerek sundunuz bize.
Aslında kendi gerçekliklerime bakınca bazı
durumlarda avukat Clamence karakterinizle örtüşüyoruz. Örneğin kimileri sev
kimileri ise sevme derken ama bana sadık kal diyerek nasıl bir uyuşmazlığın
olduğunu görebiliyoruz. Gerçek dünyamı bazen romanınızın bazı kesimleri ile
gerçekliğini ayırt bile edemedim. Kadınlara bakış açınız da ki o tutku
yeryüzünün onlarsız ne kadar eksiz olduğu düşüncesini paylaşırken bizimle bir
yandan da onun yok olup gitmesine izin vermek… Hatta ve hatta buna mani olmak
için hiçbir şey yapmamak şaşırttı beni açıkçası. Köprüden
atlayan kadının yokluğunu kabul edemeyen kahramanımızın gazete, dergi okumadan
ve haber izlemeden bunu atlatmaya çalışması sadece bir ütopya değil miydi sizce
de?
İnsanın
bir derdinden bir sıkıntısından kurtulmak için cesaret beklerken yine kendi
gibi bir insana hislerini açması, aslında bu durumu acıdan kaçmak istememesi
olarak değinmişsiniz sonuna kadar katılıyorum. İnsan her zaman dinlenilmeyi
isterken asıl olarak kendisini onaylamasını bekliyor. Tüm bunlar bireyin toplum
içindeki sinmişliğini ve yeniden var olmaya çalıştığının ufak bir göstergesi
bence. Çok tanıdığız bu yaklaşıma.
Tanrı
zorunlu değildir derken insanın tüm algılarını gözden geçirmesine
itiyormuşsunuz gibime geldi. Son yargıyı beklemektense insanların yargısı var
bu yüzden buna gerek yok diyebiliyorsunuz. Altından
kalkılamayan acılar olduğunu ve insan ancak öldüğünde acılarının ağırlığının
farkına varılması gerçekten hayatın ta kendisi olmuyor mu? Herkesin hayatında
biraz böyle hikâyeler vardır diye düşünüyorum.
Kitabınızı
çok beğendim insanın durup kendisini tekrardan değerlendirmesini sağlıyor. Size
yazdıklarım eleştiri için değil, bir insanın gerçekte olanla, kendini nasıl
algıladığının farkı gerçekten bu kadar açık olabilir mi bana sanki o uçurumdan
illaki düşer gibi geldi. Bizim algımız romanınızdaki kadar açık mesafeli değil.
Teşekkür ederim bu değerli kitabınız için...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder