16 Mart 2017 Perşembe

Düşüş - Albert Camus | | Kitap Yorumu




Kitap Adı: Düşüş
Yazar: Albert Camus
Sayfa Sayısı: 102
Basım Yılı: 2015
Yayınevi: Can

Özeti;
   XX. yüzyıl düşünce ve edebiyat dünyasının kuşkusuz en etkili adlarından biri olan Albert Camus, gerek Başkaldıran İnsan ve Sisifos Söyleni gibi felsefe kitaplarında, gerek Yabancı, Veba, Sürgün ve Krallık gibi edebi yapıtlarında, insanın çağdaş dünya karşısında duruşunu sorgular. Ölümüne yakın, 1956'da yayımlandığı Düşüş, modern insanın, kendi bencillik ve çaresizliklerini adım adım görmek zorunda kalışının romanıdır.
  Parisli saygın bir avukat, soylu davaların savunucusu ve çapkın bir erkek olan Jean-Baptiste Clamence, Amsterdam'da köhne köhne bir barda geçmişini anımsar. Kendisiyle yüzleşirken geçmişteki kesinlikler belirsizliklere, başarılar başarızlıklara dönüşür. Clamence'ın itiraflarında, elini taşın altına koymadan yaşayanların, pek çoğumuzun öyküsü vardır. Onun "düşüş"ü hepimize ulaşır. Camus'nün, burjuva ahlak anlayışını zekice alaya aldığı Düşüş, başarılı tekniğiyle de öne çıkan bir roman.

*****
   Kitabı okuyan kişi kitapta aslında sahip olduğu, hasır altı yaptığı gerçek benliği ile tanışır; "Enine boyuna suçlarım kendimi, beni ilgilendiren şeylerle başkalarını ilgilendiren şeyleri karıştırırım.Ortak özellikleri, deneyimleri, zaafları, kibar tavrı bende hüküm süren haliyle "günün adamını" örnek alırım. Böylelikle herkesin olan ve hiç kimsenin olmayan bir adam çizerim. Kısacası karnaval maskeleriyle portre bittiği zaman bu akşamki gibi üzgün göstermeyeceğim. Ben buyum ve size sunacağım bu portre size ayna olacak." Herkese ve hiç kimseye ait olmayan portre.

*****
Albert CAMUS’ a,
     Düşüş kitabınıza başladığım andan itibaren öncelikle kendimi bir iç sorguya çektim. J.B Clamence gerçekten çok farklı bir karakter olmuş. Bir avukat gerçekten bu kadar mı kendi çıkarına yönelik hazlar alabilir. Sizinle beraber olaylara ne kadar çelişkili bakılabileceğini gördüm. Ya da düşündüğümden ne kadar farklı bir algınız olduğunu. Birilerini kendinize muhtaç görmeniz ve bunu sadece tatmin duygusu yaratmak için istemek büyük bir bencilliğin göstergesi bence.
     Bu muhtaç etme durumunu kendinize bir oyun edinmeniz hayatınızda nasıl acımasızlıklar yaptığınızı getiriyor aklıma. Kendinizi üstün nitelikte görmeniz ve o insanları bir patron havasında yermeniz benim alçak gönüllük algımın ne kadar sizden farklı olduğunu gösteriyor. Bir hazzı bile insanlara verebilmek sizin elinizde olsun istiyorsunuz. Belki de bu sizi lider olma hevesine itiyordur. Çünkü kölelerin var olması sizi üstün tutuyor ve bir şeyleri garantilemişsiniz algısı oluşuyor. Onları bir temiz hava gibi gerekli görüp böyle düşünmeniz aslında olmasalar siz değerli yapamayacaksınız kendinizi bir şekilde bu nedenle istiyor olabilirsiniz. Kölelerinizin (hizmetçi) kederli olmasını kendi çıkarınıza uygun bulmayıp huzurunuz kaçtığı için yanlış buluyorsunuz. Eğer sizin etkileneceğiniz bir durum yoksa ortada insanların sıkıntısını pekte önemsemiyorsunuz açıkçası.
    Avukatlık görevinizi yaparken işiniz gereği size bir suçlunun ulaşması sizi mutlu edebiliyor, çünkü kendinizi tehdit altında hissetmeyip tam dersi bir gövde gösterisi olarak görüyorsunuz. Kendinizi düşündüğünüzden daha farklı bir adam olduğunuzu bildiğiniz halde gerçekleri öne sürmekte biraz cesur değilsiniz. İnsanlar sizinle ilgili zayıf, pasif güçsüz düşünmesin diye güç gösterinizi arttırabiliyorsunuz. Hem suçlu olduğunuzu bilip hem de bu algıyı değiştirmek işinize gelmiyor. Güç gösterisi demişken bu süreci denginizdeki insanlara pek fazla uygulayamıyorsunuz sadece kendinizden aşağı da gördüğünüz insanlar için uyguluyorsunuz;  örneğin bir mahkemeden çıkarken kör biz insanın yüzüne tükürmek. Sizde acayip bir algı yaratabiliyor, çünkü mutluluğunuzu arttırıyor. Sizin yardım anlayışınız ‘en küçük’ olanı ezmek ve onun sırtından kendi doğru sandığınız algınızı desteklemektir. Kendinizi esir kampında papa olarak görmek diğer insanlara sizsiz hiçbir şeyi halledemez, size muhtaç olarak algılatıyorsunuz.
    Kendiniz avukat olduğunuz halde insanları kendi düşüncenize göre değerlendiriyorsunuz. ‘acının en büyüğü yasasız yargılanmak’ sözünüzle bir algı çelişkisi var siz tam tersi bir durumu aktarıp çok başka bir şeyle yorumluyorsunuz konuyu. Günümüzde birçok insanın böyle yönlerini görebiliyoruz çıkara göre bir yol belirlediklerini, bu doğrultuda başka insanların düşüncelerinin önemli olmadığını ve dünyayı kendi etrafında dönüyor sananları. Belki sizde bu avukat karakterini bunları düşünerek sundunuz bize.
     Aslında kendi gerçekliklerime bakınca bazı durumlarda avukat Clamence karakterinizle örtüşüyoruz. Örneğin kimileri sev kimileri ise sevme derken ama bana sadık kal diyerek nasıl bir uyuşmazlığın olduğunu görebiliyoruz. Gerçek dünyamı bazen romanınızın bazı kesimleri ile gerçekliğini ayırt bile edemedim. Kadınlara bakış açınız da ki o tutku yeryüzünün onlarsız ne kadar eksiz olduğu düşüncesini paylaşırken bizimle bir yandan da onun yok olup gitmesine izin vermek… Hatta ve hatta buna mani olmak için hiçbir şey yapmamak şaşırttı beni açıkçası. Köprüden atlayan kadının yokluğunu kabul edemeyen kahramanımızın gazete, dergi okumadan ve haber izlemeden bunu atlatmaya çalışması sadece bir ütopya değil miydi sizce de?
    İnsanın bir derdinden bir sıkıntısından kurtulmak için cesaret beklerken yine kendi gibi bir insana hislerini açması, aslında bu durumu acıdan kaçmak istememesi olarak değinmişsiniz sonuna kadar katılıyorum. İnsan her zaman dinlenilmeyi isterken asıl olarak kendisini onaylamasını bekliyor. Tüm bunlar bireyin toplum içindeki sinmişliğini ve yeniden var olmaya çalıştığının ufak bir göstergesi bence. Çok tanıdığız bu yaklaşıma.
    Tanrı zorunlu değildir derken insanın tüm algılarını gözden geçirmesine itiyormuşsunuz gibime geldi. Son yargıyı beklemektense insanların yargısı var bu yüzden buna gerek yok diyebiliyorsunuz. Altından kalkılamayan acılar olduğunu ve insan ancak öldüğünde acılarının ağırlığının farkına varılması gerçekten hayatın ta kendisi olmuyor mu? Herkesin hayatında biraz böyle hikâyeler vardır diye düşünüyorum.
    Kitabınızı çok beğendim insanın durup kendisini tekrardan değerlendirmesini sağlıyor. Size yazdıklarım eleştiri için değil, bir insanın gerçekte olanla, kendini nasıl algıladığının farkı gerçekten bu kadar açık olabilir mi bana sanki o uçurumdan illaki düşer gibi geldi. Bizim algımız romanınızdaki kadar açık mesafeli değil.

Teşekkür ederim bu değerli kitabınız için...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder